top of page
  • Writer's picturenkutluk

Tanrıların Adası Bali

Updated: May 23, 2019



Kuta'a gün batımı

Bali de nerden çıktı öyle değil mi? Başlarken böyle bir plandan bahsetmemiştim.

Başlardaki yazılardan hatırlarsınız belki, Hindistan vizemi Türkiye’den gitmeden almıştım ama verdikleri vize süresi, benim oraya gidiş bilet tarihimden bir hafta önce bitiyordu. Bunun sebebi, vizenin veriliş tarihinden itibaren 3 ay geçerli olması. Başvururken bunu bilmiyordum. Zaten Hindistan’dan önceki 3 ayda seyahatte olacağım için daha geç de başvuramıyordum. Kendi kendime ‘Bangkok’tan başvururum’ diye düşünerek devam etmiştim yola.

Fakat Bangkok’a ulaştığımda öğrendim ki, bir kaç ay önce Hindistan’ın Bangkok büyükelçiliği, Tayland’da yaşayan yabancılar hariç, Tayland vatandaşı olmayanlara vize vermeyi durdurmuş. Nedense meramımı anlatır vize almanın bir yolunu bulurum inancıyla tüm evraklarımı hazırlayıp Büyükelçiliğe kadar da gittim, ama anladım ki namümkün. 150 kadar ülkeye kapıda 1 aylık e-vize imkanı sunuluyor ama maalesef o liste içerisinde de biz bulunmuyoruz.

Canım sıkılmadı desem yalan olur. Hindistan’da, 9 sene önce öğrendiğimden beri merak ettiğim ve görmenin tam fırsatı olduğunu düşündüğüm, Auroville’e gidecektim. Burası alternatif bir toplum örneği ve çok uluslu bir yaşam formatı olduğu için her açıdan ilgimi çekiyordu. Aynı şekilde içerisinde bulunduğu bölge olan Puducherry’nin de güzel ve biraz Fransız olduğunu duymuştum. Kısacası bir dünya seyahatini sonlandırmak için çok iyi bir son duraktı, olamadı. Mama India “bu kez olmaz” dedi, vardır bir bildiği.

Avustralya’da olduğum süre boyunca Aylin bana hemen hemen her gün “Hindistan’a gitmek yerine Bali’ye gitsen ya, çok seveceksin” dedi durdu. İyi ki de demiş, yoksa Bali’ye yönelmek yerine muhtemelen başka bir seçeneği değerlendirirdim, çünkü biraz geriye doğru gitmek anlamına geliyordu. Öyle olsa, rüyalarımı bile değiştiren bu adayı, bir daha kim bilir ne zaman görebilirdim.


Tapınak girişi

Bali, büyük çoğunluğu Müslüman olan Endonezya’da, neredeyse tamamı Hinduların yaşadığı bir ada. Olayın Hinduların yaşadığı coğrafyayla mı alakası var bilmiyorum ama Bali’ye iner inmez, bambaşka bir yerde olduğunu hemen hissediyorsun. Bu tıpkı daha önce Goa’ya ilk ulaştığımda hissettiğim duyguydu. İklim tropikal; mimari tamamen kendine has ve çok güzel. Bu arada Bali Hinduları ve Hint Hinduları aynı tanrılara inansalar bile, ibadet şekillerinde farklılıklar varmış.

Bali tapınak bolluğu olan bir ada. Genellikle ‘bin tapınaklı ada’ diye anılmakla beraber, gerçekte tapınak sayısı 6.000 küsür. Nasıl bu kadar yüksek olabilir diye düşünülebilir, şöyle ki; genelde geniş aile aynı evde, bir çeşit kompleksin içerisinde oturuyor. Kompleks derken bir bahçe içerisinde bir kaç küçük ev ve ortak yaşam alanlarını kastediyorum. İşte her bir kompleksin içerisinde de bir aile tapınağı bulunuyor. Yani her aileye ait bir tapınak var. Bunun üzerine, her köye ait onlarca tapınak ve ayrıca ada genelinde büyük tapınaklar var.

Bali büyükçe bir ada, tam ortasında bulunan Ubud’un diğer her bir ana yerleşim yerine mesafesi ortalama 30-35 km kadar. En popüler yerler genelde Güney Bali’deki bölgeler ve Ubud.

Adanın güneyindeki Kuta, devamındaki Legian ve Seminyak kilometrelerce devam eden sahil şeridi ve insanın aklını başından alan gün batımlarıyla ünlü. Deniz sahilden metreler boyunca çok sığ, sonrasında ise dalgalar başlıyor ve sörfçüler için ideal bir ortam sunuyor. İnce beyaz kumdan sonra başlayan o çok sığ bölüm, deniz üzerindeki yansımalarla, hele ki gün batımında, insanın rüyalarına girse başını döndürecek görüntüler sunuyor.

Kuta, “modern dünyada” ilk olarak 1936’da Hollywood’dan kalkıp gelip burada otel açan İngiliz asıllı bir Amerikalı tarafından keşfedilmiş. Fakat sonra araya ikinci dünya savaşı girince unutulmuş. 1960’da ise hippiler, nasıl Goa’ya yerleştilerse aynı şekilde Kuta’ya da yerleşmişler. Fakat anlaşılan o ki, Kuta, Goa’dan daha hızlı şekilde batı dünyası tarafından istila edilmiş ve tabi ki hippiler terketmiş. Bugün itibariyle bir hayli yoğun; Hard Rock Hotel’den Jamie’s Italian’a, çeşitli otel zincirlerinden Kentucky Fried Chicken’a her türlü bilindik mekanının bulunduğu; gece klüpleri ile bangır bangır kalabalık, sesli ve trafiği tıkanan bir yer. Üstüne satıcıların her köşede “have a look ha miss? 1 dolar” ısrarları da cabası. Biraz ilerleyip Legian ve Seminyak’a doğru geçince ortam güzelleşiyor ama Seminyak’a varıldığında biraz fazla kalburüstü bir hale bürünüyor ve fiyatlar çok yükseliyor… hele ki Bali standartlarında.

Bugünlerde sörfçüler ve hippie’ler arasında daha popüler olan yer ise Uluwatu. Burası da güzel dalgaları, muhteşem gün batımları, tapınağı ve gün batımında başlayan Kecak Ateş ve Trans Dansı ile ünlü. Aylin, plajlar içerisinde Sanur plajının güzel olduğu söylemişti. Bir de hemen yakındaki Gili adasını tavsiye etmişti. Ben maalesef bunların hiç birine gidecek vakti, bu defa bulamadım. Adada atraksiyon çok ve sadece Ubud’da bile haftalar geçirmek mümkün. Ama Kecak dansını Ubud’da izleyebildim. Hem de şansıma, adaya varıp eşyalarımı yerleştirir yerleştirmez.


Bir başka tapınak girişi

Esasen Ubud’u merkez yapar, orayı gezer, sonra bazı günler denize gider, bir gün Gili’ye gider, her yeri görürüm diye düşünüyordum. Ama tabi evdeki hesap çarşıya uymuyor. Birincisi her yer bir hayli mesafe. Taksiciler ulaşımı ele geçirmiş durumda. Kuta - Ubud arası günde 4 defa işleyen bir minibüs var. Bir kaç bölgeye daha bu şekilde ulaşılabiliyor ama günde bir veya iki servis var. Onun dışında her yere ancak taksi ile ulaşılıyor. Pazarlığın bini bir para. Uber ve Grab aslında var, ama taksiciler tarafından fark edildiklerinde başları belaya giriyor, onun için bazen gelmiyorlar bile. Şimdi size taksi paralarından falan bahsetsem, hele ki tatillerini minimum 2 kişi yapan insanlarsanız, “aman be Nil, bu ne cimrilik” diyeceksiniz. Ama tek başına uzun süreli seyahat etmenin ve budget traveller olmanın kafasını yaşamadan, size ne kadar pahalı geldiğini anlatmama imkan yok. Dert etmeyin ben de anlamıyordum. Bir de yüksek para birimli (ve aslında bize göre hayatın daha ucuz olduğu) bölgelerde tutar büyük geldiğinden insan iyice cimrileşiyor. Bir bakmışsın yarım saattir pazarlığını yaptığın şey bizim paramızla 50 kuruşa denk geliyor.

Neticede, aslında zamanlama olarak Ubud’da yapmak istediklerime bile zamanım yetmedi. Ama son 3 gün, kolay yoldan deniz ve güneşe erişecek bir düzen istedim ve Kuta’da, yürüyerek denize 5 dakikalık mesafede bir pansiyonda kaldım. Böylece havalanına da 15 dakika mesafede oldum. Havaalanı demişken, Kuta’da denizdeyken, uçaklar neredeyse yürüme mesafesindeki bir sonraki plajın üzerinden inip kalkıyor ve izlemesi keyifli oluyor.


Pirinç Terasları

Başta da bahsettim ya, çılgınca turistik olan bölgelerini saymazsak, Bali gerçekten tropik bir cennet. Doğa adeta coşmuş durumda. Her yer yeşil, yeşil ve daha çok yeşil. Şehir ve insanları temiz. Ubud, denizin olmaması dışında, adanın tüm güzelliklerinin en rahat deneyimlenebileceği yer. Burası da turistik ama çoğunlukla Yoga merkezleri ve bunun etrafında şekillenen bir yeme içme kültürü olduğu için, hoş ve incelikli olarak gelişen bir yer. Bali'ye yerleşen uluslararası topluluk da çoğunlukla Ubud'u tercih ediyor.

Tapınağın bol olmasından mıdır yoksa gerçekten mistik gücü yüksek bir yer mi bilmem, özellikle Ubud’dayken, rüya görmediğim bir tek gece olmadı. Üstelik de her biri 'psychedelic' tabir edeceğim çok enteresan rüyalardı. Şimdi aklında bir şey kaldı mı derseniz, pek sayılmaz. Sadece bir iki tanesi aynı gün içinde gerçekleşti. Mesela hiç haber almayı beklemediğim birini rüyamda gördüm ve o gün haber aldım -bana böyle şeyler olmaz ve rüyalara anlam yükleyen biri de değilim. Diğerleri zaten gerçekleşmesi beklenecek şeyler değildi, çünkü sürreeldi. Mesela masaj yaptırırken uyuyakaldığımda, açılan yüksek bir kapı ve kapıdan içeriye bakan iki tane fuşya rengi yusufçuk, şu anda buradalarmış gibi gözümün önünde. Diğerlerini unuttum ama istisnasız her sabah “wow!” diyerek uyandım. Eğer seyahat boyunca beynim içeride bir temizlik ve düzenleme yaptıysa, bu Bali’de olmalı. Ya da buraya “Tanrıların Adası” denmesi boşuna değil, kim bilir.


Mt. Batur'un tepesinden günün doğuşu

Belki seyahatin sonuna yaklaştığım ve artık geçmiş stresleri üzerimden attığım için, belki de yine bu değişik enerjiden kaynaklanan şekilde, cesaretim ve gözü karalığım arttı ve Batur dağında güneşin doğuşunu izlemek için tırmanışa katıldım. Normal şartlarda, İstanbul’dayken “gecenin ikisinde kalk, 1700 metreye tırman, sonra da sağı solu uçurum gibi bir kraterin etrafında yürüyüş yap” deseler, cevaben “bi gidin işinize” derdim herhalde. Gece ikide kalkmayı geçtim, o kadar zorlu bir tırmanışa 6 aydır kardiyoyu kesmiş bir şekilde çıkmayı göze almak bir problem, yükseklikle ilgili küçük korkularım bir başka problem. Kısmen, ne kadar zorlu bir tırmanış olduğunu bilmemem, kısmen de yükseklikle ilgili sıkıntıları tetikleyecek bir yürüşten haberdar olmamam işimi kolaylaştırmış olabilir. Fakat en tepeye varıp, güneşin doğuşuna karşı kahvaltı etmek, bir ömre bedel güzellikteydi. Krater etrafında yürüyüşte ise ne yükselik korkusu, ne bir şey… sadece “dünya benim” hissi vardı içimde. Bugüne kadar fırsatım olmadı maalesef ama eminim Nemrut dağına tırmanmak da aynı derecede kalp çarpıntısına sebep olacak bir deneyimdir. En kısa sürede onu da yapmayı istiyorum şimdi.


Paon Bali Cooking Class

Sonra yine Ubud’da Bali yemekleri kursuna katıldım. Paon Bali Cooking Class, hem insanlarla tanışmak hem de Bali yemeklerinin temelini öğrenmek için harika bir fırsattı. Kendimiz yaptık diye söylemiyorum ama lezzet, parmakları yeme seviyesindeydi. Tabi ki baharatların ve bölgeye ait sebzelerin de etkisi var ama damakta kalıp tadına doyulamayan lezzet, çoğunlukla hindistan cevizi yağı ve hindistan cevizi kreması kullanılmasından kaynaklanıyor. Şiddetle tavsiye ederim yemeklerinizde. Kullanılan malzemelerin hepsi köşedeki bakkalda bulunacak malzemeler değil. Ama neyse ki Asya Gurme ve benzeri bir kaç siteden hemen hemen her malzeme temin edilebiliyor. En kısa sürede arkadaşlarıma bir Bali yemekleri gecesi yapacağım.

Birebir tanışıp koklaştığım hayvanlar arasına maymunlar da katıldı. Önce Batur dağının tepesinde, güneşin doğuşunun hemen ardından çıktılar karşımıza. Birer ikişer derken koca bir grup beliriverdiler etrafımızda. Henüz kahvaltısını tam olarak bitirmemiş olanların ellerindeki muz ve ekmeklerin de etkisi var tabi. Çete liderini de gördük, bebeğini kucağında taşıyanını da. Sonra Kutsal Maymun Ormanı’na gittiğimde bu defa bir dal dolusu muz aldım yanıma ve bir sürü maymun besledim. Çok eğlenceliydi.


Kutsal Maymun Ormanı'nda tepeme çıkmakta olan maymun

Henüz Tayland’ı yazmadım, çünkü Bali’den hem önce hem de sonra

oradaydım ve son destinasyon olarak kapanışı da orayla yapmak istiyorum. Tayland’a gittiğimden beri, söylemesi ayıp her gün masaj yaptırıyordum. Thai Massage detaylarını Tayland yazısında anlatacağım ama aynı alışkanlığa, adı neredeyse masajla özdeşleşmiş Bali’de de devam ettim tabi ki. Bali’de masaj mekanları iç dekorasyon olarak Tayland’a göre biraz daha şımartıcı. Paket olarak önce güzel bir saatlik bir Bali masajı, sonrasında otlar meyveler ve doğal içerikle taze malzemeden bir body scrub, ardından da gül yaprakları ve yağlarla hazırlanmış küvette 20 dakika rahatlama banyosu için bizim paramızla 42 TL ödeniyor. Dışarı çıkarken insan kendini pelte gibi ve aşırı mutlu hissediyor, sokaklarda lirik dans etmek falan istiyor. Ben genelde günlük olarak bir saatlik tüm vücut masajı yaptırıp 15 ila 20 TL para ödüyordum. Fakat bir defa 1.5 saatlik Hot Stone Massage denedim. Yine normal Bali masajı gibi başlıyor ama son yarım saatte sıcak taşlarla masaj yapılıp bir süre vücuttaki belirli bölgeler üzerinde o taşlar bırakılıyor… Efsane!


el işçiliğinden örnekler

Bali aynı zamanda çok sanat dolu bir şehir olarak biliniyor. Güzel ve renkli tablolar, kocaman ve üzerinde harika danteller olan dream catcher’lar; hindistan cevizi, ahşap ve kemik üzerine inanılmaz incelikle oyulmuş desenler; ahşap mobilyalar, dantel tekstil ürünleri, zevkli takılar... Bir de olağanüstü güzellikte oyma kapılar ama tabi onlar biraz da Bali’nin kendine has mimarisinin bir parçası. Kısacası kafanı çevirdiğin her köşede ya doğa tarafından ya da insan eliyle yapılmış bir güzellik var.

Burada geçirdiğim her günü en az bir sayfa anlatabilirim, o kadar ilham veren bir yer. Pirinç teraslarının güzelliğinden mi bahsedeyim, tapınakların içerisindeki her bir heykelin birer sanat eseri olmasından mı? Yoksa her gün tüm dükkanların, evlerin, sokak başlarının üzerine, tanrılara sunulmak üzere bırakılan çiçek sepetlerinden ve onları yerleştiren geleneksel kıyafetli, zarif kadınlardan ve erkeklerden mi? Bunun yerine, görmeyenlerinizi görmek için teşvik edecek bir uzunlukta yazıyı bitirmek istiyorum -ki o noktayı aşmış bile olabilirim.

Seyahate son dakikada dahil olmasına rağmen iyi ki, iyi ki görmüşüm Bali'yi. Şimdiki aklım olsa, buraya en az iki ayımı ayırır, dönüş biletimi de açık bekletirdim.


86 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page