top of page
  • Writer's picturenkutluk

41 Kere Maşallah! :)



Kübalıcılık yaptığımız anlarda ben

Bilgisayarım az önce “Nil Kutluk’s 41st Birthday” gibi bir hatırlatma yaptı sağolsun, ben de “haa öyle mi o zaman iki satır bir şeyler yazayım kendisine, kırk yıllık hukukumuz var, ayıp olmasın” diye düşündüm ve açtım bir ‘temiz sayfa’ önüme.

Bu seyahate çıktım iyi mi ettim delilik mi ettim düşünüyorum sık sık. Karşıdan çok keyifli ve eğlenceli gözüktüğünden hiç şüphem yok. Hatta böyle şüpheci sorular sorunca da çok saçma geliyordur okuyana eminim. Fakat yolculuğun neredeyse üçte birini devirmeme bir iki gün kalmışken söyleyebilirim ki, her ne kadar yeni yerler keşfetmek eğlenceli ve heyecan verici de olsa yalnız seyahat öyle karşıdan baktığımda hafife aldığım kadar basit değilmiş. Uzun süreli seyahat de öyle… hele ki ‘evcil’ bir insan için.

Bu benim ilk yalnız seyahatim değil. Daha önce bir kaç defa yaptım ve çok keyif aldım. Bir defa kendi kararlarını kendin alıyor ve sabah uyandığında “o ne istiyordu, bu nereye gidelim demişti, önce karınlar bir doysun da” gibi konularla uğraşmıyorsun. Beraber seyahat ettiğim bazı arkadaşlarım özellikle sabah aç karnına çekilmez bir insan olduğumu söylüyorlar ki hak vermemem elde değil, kahvaltı önemli! Ama tek başına olunca kimseyi çileden çıkaramıyorsun mesela. Arkadaşlarla, hele ki kafaların uyuştuğu arkadaşlarla seyahatin keyfini verebilecek az şey var. Ama zaman zaman insanın keyfinin efendisi olmak istediği, hatta her şeyden uzaklaşmak istediği de olabiliyor ve o da iyi geliyor.

İşte uzun lafın kısası, buna dayanarak “n’olacak canım hiç mi yapmadığımız şey tek başına seyahat” dedim. Zaten ha diyince de “hadi bırak işini gücünü gel dünyayı gezelim” önerine “ok” diyecek insan pek bulamıyorsun. Gelin görün ki bir hafta gidip bir Cinquecento kiralayıp İtalya’nın mini mini sokaklarına girip çıkmakla öyle 3 ay orda burda, bütçe sınırlamalarıyla gezmek aynı şey değilmiş. İnsan gerçekten yalnız hissedebiliyor. Bazı deneyimler zorlayıcı oluyor, yani öyle başıma spesifik olarak bir şey geldiğinden falan değil ama bazen zorlanmış hissediyorsun ve yanındaki bir kişi, ekstradan hiç bir şey yapacak olmasa bile, o zamanı paylaşıp yükünü hafifletebiliyor.

Diyebilirsiniz ki “kızım sen zaten yalnız yaşayan biri değil misin?”. Bir kere değil, bizimki resmen komün hayatından hallice. Ama onun dışında kendi ülkende neyin nasıl yapıldığını, neyi yaparsan / yapmazsan başına ne kadar sıkıntı açacağını, sıkıntı açsa bile içinden nasıl çıkacağını üç aşağı beş yukarı tahmin ettiğin bir yerdesin. Başka yerlere gittiğinde ise, zaten sadece şehrin bulunduğun bölgesine alışman 3 gün alıyor. Ancak dördüncü günden itibaren rahatlayabiliyorsun. Ama mesela şu anda yattığım odanın penceresinin dibinde sesi sonuna kadar açmış korkunç bir en adisinden techno çalan adama “yeter ulan bu da kafa bizdeki” diyemiyorsun. Zaten desen nece diycen, git sözlükten “acaba ‘ulan’ nasıl deniyor ispanyolca” diye bul, sonra kelimeleri bir araya getir, bir de aşağı doğru bağırıcam derken kelimeler birbirine girsin falan, olacak şey değil. Susmak bilmeyen horozlarla ilgili “ehu bizde bir deyiş vardır, erken öten horozu…” falan diye espiriye bile giremiyorsun, çünkü ev sahiben, sabah sana yumurtanı nasıl yersin diye sorduğunda verdiğin cevabı “yemiycem” diye anlayabiliyor. Benim İspanyolcam ‘Hola’ onun da İngilizcesi ‘Hola’ seviyesinde olunca bunlar yaşanabiliyor.

Bütün bu şartlar altında, Gözde ile Küba’da buluşacak olmak bayağı ilaç gibi geldi. Haberleşme konusunda bir süre efor sarfettik ama bir defa buluşunca her şey iyi oldu. Sonra sağolsun tur ekibinden insanlarla beraber bana sürpriz yapıp, ne olduğunu bilmediğimiz bir tatlı üzerinde kürdan yakarak “mum” üflemeli, canlı müzik ekibine “feliz cumpleaños” çaldırmalı mini bir doğum günü kutlaması organize etti. İnsanın ilişkisinin derinliği olan biriyle doğumgününü kısacık da olsa kutlayabilmesinin değerini siz şimdi bilemezsiniz muhtemelen, ama çok değerli.

Sonra dün, size göre bir kaç saattir benim doğum günüm olan ama buraya göre henüz 6 Mayıs olan bir zamanda, Havana’dayken aynı Casa’da kaldığım Julie ve Gail ile bu defa Trinidad’da buluştuk. Önce erken erken daiquirileri içmeye başladık, arkasından Casa de la Trova’da müzik dinleyip dans edenleri izlerken, tam “artık kalksak” dediğimiz anda kendimizi bir süre dans pistinde ordan oraya döndürülürken bulduk. Adamlar dans ediyor ve ettiriyor da, çok acayip. Bir ‘feliz cumpleaños’ da orada dinledik ve sonra olaysız dağıldık.

Bugün, yani buraya göre 7 Mayıs olduğu gün ise hiç bir şey yapmadım :) Ama bence Türkiye saatine göre kutlamış olduğum için, yine de sayılır. İnsanı çileden çıkaran ve detaylarını ayrıca anlatacağım bir otobüs yolculuğu ile Trinidad’dan Havana’ya geldim, çıkıp son 12 saattir aç olan karnımı doyurdum, son internet kartımla internete bağlanıp arkadaşlarımın bir sürü güzel mesajlarıyla karşılaştım ve çok mutlu oldum. Miniminnacık bıraktığım ve ‘bekle’ dememe rağmen dinlemeyip hızla büyümekte olan yeğenimin son fotoğraflarına baktım uzun uzun, ailemin güzel mesajlarını okudum… sonra da yola çıktığımdan beri kaçıncı defadır olduğunu bilmediğim şekilde bir çok şeyin değerini daha çok hissettim içimde.

Yaşa gelirsek çok da önemli değil. Ne kadar coşkuluysan o kadar gençsin işte. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının da dediği gibi “Ömrümüzü senelere ayırmak insanların uydurması… İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her taksimat sunidir”.

O zaman güzel yollarımız olsun…

107 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page