
Mısır ve Los Angeles arası 1 hafta kadar Türkiye'de olacağımı daha önce her fırsatta söylemiş olmama rağmen, o bir hafta boyunca kimsenin dilinden kurtulamadım. Yok efendim gitmiş gibi yapmışım da gitmemişim de, sanal dünya turu yapıyormuşum da bilmem ne... Hayalet görmüş muamelesi yapan dahi oldu :)
Buyrun, şimdi artık gerçekten gittim işte!
Şaka bir yana maraton gibi bir haftaydı. Mısır'dan önce tamamlayamadığım tüm işleri tamamlamam, arada şehrin dış eteklerinde ikamet etmekte olan miniminnacık yeğenimi mıncıklamam ve bir o kadar önemlisi, çanta toplamam gerekiyordu.
Bu arada veda yemeği yapmak isteyen arkadaşlarıma da sanki günler öncesinden bavulunu hazırlayıp kapının önüne koyan biriymişçesine "son gün yapalım, hatta beni rakı masasından direk havaalanına uğurlarsınız" dedim.
Tabi son gün elim ayağıma dolaştı. Bir kere o bavula konacak eşyalar ortaya ilk çıkarılmaya başladıktan sonra, bavulun kapanması 72 saatten fazla sürdü. Nasıl oldu derseniz belirgin bir sebep gösteremem, ama sürdü. Dolayısıyla son 24 saatte de harıl hurul koşturuyordum. Kendi yemeğime yarım saat gecikmeli katıldım, o da yetmezmiş gibi ilk bir saat içinde yarım kalan bir kaç işi halletmek için masadan kısa süreli ayrıldım.
AMA ARKADAŞLAR İYİDİR

Oydu buydu derken nihayet o bavul kapandı, o yemek yendi, gülündü eğlenildi ve hatta gürültü yapıldı. Bu arada Emre büyük centilmenlik yaparak beni havaalanına bırakmayı teklif etmişti. Memnuniyetle kabul etmekle kalmayıp, yemekten erken ayrılmayı planlayan İpek'i de bizimle gelmek üzere ayarttım. Gece 2:30da yola çıkmamız gerekiyordu ve saat 2 olduğunda halen 4-5 kişi masada oturuyorduk.
Ben eve bavulumu almaya gittim. Döndüğümde elimde bir dişim, daha doğrusu dişimin kaplaması duruyordu. Önceki tecrübelerimden biliyorum ki bunun yerine takılması 3 ay beklemez. Beklerse bir sürü başka sıkıntı çıkar. Zaten önceki dönemden benzer bir sorunu çözmek için aylardır düzenli dişçiye gidiyorum. Canım sıkıldı tabi, fakat masaya döner dönmez İpek konuya çözüm buldu. Yıldız'daki Denitstanbul 24 saat açıkmış. Aradık sorduk 5 dakikada takılır dediler, oh süper.
Bundan sonrası aşağı yukarı yeni bir Hangover serisi çekebilecek sahnelerle dolu. Ben, Emre, İpek ve masada o saate kalanlardan Duygu ve Raji'nin de dahil olduğu bir grup olarak gece saat 2.30da Dentistanbul'a girdik. Nöbetçi dişçi son derece "vokal" ve kendi içerisinde bir o kadar eğlenmekte olduğu belli olan grup karşısında küçük bir şok yaşadı. Ama bence daha komiği, olaya son derece hızlı şekilde adapte olması ve bizimle beraber pozlar vermeye başlamasıydı.
Arkasından Emre, İpek, Duygu ve ben havaalanına devam ettik. Beni bırakıp gidecekler diye düşünürken bavulumu kontuara verirken de yanımdaydılar. Sağolsunlar gidip kahve aldılar, sonra İpek "Trinity duruşu" yaparken (çünkü biz her gün düzenli yaparız) kahve elinden düştü ve check-in kontuarının biraz ötesinde patladı. Bunun üzerine Emre, temizlik görevlilerini çağıran pasaport kontrol ekibine "siz zahmet etmeseydiniz biz silerdik" gibi tekliflerde bulundu ama teklifin içeriği de tam olarak anlaşılamadı. Yurtdışı çıkış harcı aldığımız gişe önünde, nedenini üzerinden iki gün geçmişken halen çözemediğim bir takım pozlarla fotoğraflar çekildi. Tüm bunlar olurken İpek koluna bir kabin bagajı etiketi takmış, ısrarla kendisini de çaktırmadan sırtıma takıp götürebileceğimi iddia ediyor. Derken dışarı çıktık, sigaracılar sigaralarını içti. Sonra beni tekrar içeri sokacaklarken VIP'ten girmem gerektiğine, çünkü orada sıra olmadığına dair inatçı bir tartışma başladı. Ama tabi yer mi bu memur çocuğu, kural neyse ona uyulacak, yok öyle kaçak geçmeler falan!
İçeriye sıradan insanların girdiği kapıdan girdim, onlar da gittiler, camdan birbirimizi gördüğümüz sürece el sallamalar türlü şaklabanlıklar... Tam pasaport sırasına girmek üzereyim, üzerime doğru "Hoşçakal Niil" diye koşan 3 kişi geliyor! Bu deli bozuklar yine dönüp dolaşıp (VIP'ten girip), artık kaçıncı sonsa, son kez sarılmak istemişler...
Pasaport'tan geçip lounge'a gittiğimde hala gülüyordum. Sonra da bu kadar neşeli arkadaşlarım olmasının ne büyük şans olduğunu düşündüm uzun uzun.
ZEE GERMANS
Katılar, bazen sıkıcı derecede disiplinliler falan ama söz konusu teknik olaylar (örneğin uçak) ve güvenlik konuları (mesela bomba) olunca "beni Alman insanlarına emanet ediniz".
Uçuşum Frankfurt aktarmalıydı, dolayısıyla gerek Türkiye'den çıkışta gerekse aktarma sırasında bolca Alman güvenlik prosedürüne şahit oldum.
Bir kere, daha önce hiç görmediğim bir şey olarak, Türkiye'den çıkışta, tam uçağa binmeden önceki kapıda, üstüne başına ve çantalarına bir kağıt parçası sürülüyor ve küçük bir aletten geçirilerek o anda analiz ediliyor. Bu sanırım bomba yapımında kullanılan malzemenin partiküllerinin üzerine sıçrayıp sıçramadığı ile ilgili bir kontrol.

Ardından Frankurt'a indikten sonra kaç kez pasaport kontrolünden, kaç kez güvenlik taramasından geçtim sayamadım. Aramalar ve hatta çantaları kutulara yerleştirip x-ray'den geçirme aşaması bile o kadar düzgün ve sistematik ki, çok da düşünmeden iddia edebilirim, o havaalanında terörist bir aktiviteyle karşılaşmak imkansıza yakın. Muhtemelen bu durum Almanya'nın tamamı için de geçerlidir.
Güvenlik'i böyle olan adamların Lufthansa'sına da güvenmemek elde değil. Onun için, hayli uzun olan 10 saatlik yolculukta, normal şartlarda bir uçuşta olduğumdan çok daha huzurlu hissettim.
Bir de hayatımda ilk defa iki katlı uçağa biniyorum. O nasıl bir dev boyuttur inanılır gibi değil. Kanatlar alabildiğine uzanıyor, içeriye 500'den fazla insan alıyor, neredeyse şehir kurarsın üzerine. Buna rağmen şahit olduğum bir çok tek katlıdan kat kat hızlı doldu ve boşaldı uçak.
Yalnız burada gelecek seferler için kendime küçük bir not düşüyorum: 2-3 saatten fazla süren yolculuklarda cam kenarı kötü fikir.