nkutluk
Nil'de Seyahat
Updated: May 23, 2019

Dört gün çok hızlı geçti ve kısaca neler yaptığımızı yazıya dökecek zaman bile bulamadım. Bu satırları yazarken Aswan’da ve check-out yapmış durumdayız. Geminin güvertesinden muhtemelen son kez Nil’in sularına bakıyorum. Gemiye bizden sonraki turun yolcuları gelmeye başladı, birbirlerini süzüp kimin nerden olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Ben de onları süzüp küçük çaplı kıskanıyorum, geçirecekleri 3-4 günü düşünerek.
Tanıdığımız coğrafyaların dışında bir yere gitmek bana çok heyecan veriyor. Daha uçağın inişe geçişinden itibaren yerimde duramıyorum. Tanıdığımız derken sadece Türkiye’de yaşadığımız yerleri kastetmiyorum. Fimlerde izlemekten, her gün televizyonda görmekten de tanıdık hale geliyor şehirler. Bir de zaten dünyanın bütün büyük şehirleri çoğunlukla aynı kokuyor, aynı hisleri veriyor. Bazıları tarihine sahip çıktığı ve biraz daha fazla yeşil alan yarattığı için bir parça daha hoş ama insan çok tanımadığı bir şeyle karşılaşmıyor sonuçta.
Ama burası Afrika. Ayrı bir kıta, farklı bitki örtüsü, farklı kokular… Palmiyesinde bile hurma yetişiyor, iki gram yeşillikten sonra çöl başlıyor, hem de şaka değil, Büyük Sahra Çölü, düşünsenize! Bir de üstüne Nil'i, göreceğim... Mısır’a gelirken bu yüzden daha da çok heyecan vardı içimde.
Havalimanına girer girmez ilk sürprizi telefonum yaptı. Uçuş modunu kapadık, herkesin hattı bağlandı, benim telefonum buradaki operatörleri bulmadı. Elle seçmek istedim onu da kabul etmedi. Halen sebebini net olarak bilmiyorum ama tahminim yola çıkmadan bir gün önce yüklediğim yeni 4.5G ayarından kaynaklandığı yönünde. Çünkü aynı şeyi Lemi de yapmış olmasına rağmen, sonradan yeni ayar yüklemesi geri alınmış ve o problemsiz bağlanıyor. Bunu bir işaret olarak aldım, zira bilen bilir, telefon adeta kolumun bir uzantısı normal şartlar altında. Hiç bir operatör çekmeyince, mecburen telefon sadece fotoğraf makinası ve saat fonksiyonu taşıyor.

Kahire’den Luxor’a Egypt Air ile uçtuğumuzu bir önceki yazıda anlatmıştım. Bu jet ile ilgili enteresan noktalardan bir tanesi numaralandırma sistemi. Uçağa önden binince karşımıza ilk çıkan koltuk numarası 20 oldu! "Koltuğumuz 24, yani arkadayız" diye düşünüyorduk, ama bir de baktık değilmiş. Her sırada, 4 koltuk var ama numaralama burada da ilginçleşiyor. Uçağa binmeden hemen önce elimizde 24K yazan bir boarding pass olmasına şaşırdık doğal olarak. Sonra binince anlaşıldı ki ve her sıra A-C ve K-H diye numaralanmış. Belki bunun bilmediğimiz bir nedeni vardır ama bize çok saçma geldi :)

Luxor’da bizi karşılayan Ahmed gemiye kadar bize eşlik etti, giriş işlemlerimize yardımcı oldu ve odalarımıza yerleşmek üzere dağıldık. Odalar tahminimizin üzerinde güzel ve aynen fotoğraflarda gördüğümüz gibiydi. Hatta ilave olarak bilmediğimiz iyi de bir duş/banyo sistemi varmış. Her bir duş kabini buhar banyosuna dönüşüyor, küveti doldurursan jakuzi fonksiyonları var, suyun istediğin her yerden gelmesini sağlayacak bir duş sistemi var. Bir kaç günlük seyahatte bunlara ne gerek var diye düşünülebilir ama bütün gün tapınak gezmekten bitap düşmüş, çölün kumları ağzımıza dolmuşken odaya gelip bir buhar üzeri duş gerçekten ilaç gibi geliyor. Üstüne bir de oda günde 2 defa temizlenip toplanıyor, kullanıldıysa havlular değiştiriliyor. Bu meğer Cruise raconuymuş, biz tabi ilk kez görüyoruz.
Türkiye’den bakıp da Luxor’da havanın 28 derece olmasına aldanmamak gerek. Özellikle estiğinde veya sabah serinliğinde ciddi şekilde üşütüyor. Ama gemi Aswan’a doğru ilerlerken ve özellikle Aswan’a varınca işler değişiyor, aniden hava inanılmaz sıcaklaşıyor. Biz yine makul ve mantıklı bir tarihte gitmişiz. Yaz sıcağını düşünmek bile istemem.
Mısır’a varıp da otobüsle ilerlemeye başlayınca ilk dikkat çeken şeylerden bir tanesi binaların yarım kalan halleri oluyor. Hemen hemen hepsi tuğlalar gözükecek şekilde bırakılmış, dış boyaları yapılmamış ve binaların üst taraflarından demirler çıkar vaziyette. Bunun sebebini sorduğumuzda iki şey öğrendik. Birincisi Mısır’da bina tamamlanmadığı sürece vergisi az oluyormuş. Onun için dış boyalar yapılmıyor, ama insanlar kendi balkonlarını rengarenk boyuyorlar mesela. Ve bu durum sadece düşük gelirlilerin oturduğu binalar için geçerli değil. Örneğin Nil’in kıyısına “lüks ve zenginlerin oturacağı yerler” olarak yapılan binaları sorduğumda, onlarda da durumun aynı olduğunu öğrendim. İkinci ve belki daha enteresan olan bilgi de şu ki, apartman için belirli sayıda kat izni alıyorlar, ama yapım maliyetli olduğu için ve tabi yukarıda bahsettiğim sebep de işin içine girdiğinden, bir iki katı (ailenin o an ihtiyacı olan kadarını) yapıp bırakıyorlar. Çocukları büyüyüp evlenip ayrı eve geçecekleri zaman, üste bir kat daha çıkıyor ve orada yaşıyor. Düşününce, oldukça pratik bir çözüm olabilir :))) ama tabi zaten bitki örtüsü adına çok da şanslı olmayan bir bölgede bir de bu tuğlalı yarım kalmış apartmanlar, maalesef hayli çirkin bir görüntü yaratıyorlar.


Bir başka dikkat çeken, daha doğrusu esasen Zeynep’in dikkatini çeken konu ise, bazı adamların kafasında görülen koyu lekelerdi. Mürekkep desen mürekkep değil, sanki derinin kendi rengi gibi. Doğum lekesi desen, bu kadar çok insanda aynı anda olması, anlaşılır şey değil. Sonunda, yaptığımız bir fayton turu sırasında Zeynep tur rehberlerimizden bir tanesine bunu sordu ve aldığımız cevaptan anladık ki kendimiz düşünsek asla bulamazmışız. Meğer insanlar namaz kılarken secde ettikleri için bu leke oluşuyormuş. Kadınlarda pek olmuyor, daha çok erkeklerde oluyormuş. Çünkü kadınlar genelde namaz kılmak için daha yumuşak yerleri ve kapalı alanları kullanırlarken, erkekler namaz vaktinde her nerdelerse; sokakta, bir taşın önünde, sert bir halı üzerinde; namazlarını kılıyor ve bu leke oluşuyormuş. Yani ne kadar lekeli o kadar dini bütün denilebilir :). Bunun yanında Mısır’ın dine yaklaşımını ve muhafazakarlığını bize göre kat kat ileri bulduğumu da söylemeliyim. Tabi ki küçük şehirler biraz daha tutucu giyim kuşam konusunda ama konuştuğumuz insanların kafalarının içleri çoğunlukla açık. Bu konuyu araştırırken, bu lekeye “zebiba” dendiğini öğrendiğim şu yazı ile karşılaştım ve anlaşılıyor ki Mısır’da da muhafazakarlaşma son yıllarda artışta.
Bizim tercih ettiğimiz Nil Turu 4 gece 5 gün süren, Luxor’dan kalkıp Aswan’da son bulan bir turdu. Bunu 3 gece 4 gün veya toplamda 1 hafta da yapmak mümkün ama yaptığımız araştırmalara göre en optimum olan bizim seçtiğimizdi.
Gemiye bindiğimiz gün ve sonraki yarım gün Luxor’da kalarak oradaki tapınakları ve Krallar Vadisini gezdik, ki en yorucu bölüm buydu. Ondan sonra demir aldık ve Nil’in üzerinde çok güzel süzüldüğümüz ve keyif yaptığımız bölüme geçtik.
İlk gün öğle yemeğine önce Zeynep indi. Ben indiğimde masada başkalarıyla oturuyordu. Kim kiminle sosyalleşti acaba diye merak ederken anladım ki, orası bizim masamızmış ve yanımıza oturttukları Kanadalı aile ile bu masayı paylaşıyormuşuz. Gemi kapasitesinin altında insan varken ve sonraki gözlemlerime göre başka hiç bir grubu bu şekilde “kaynaştırma” girişiminde bulunmamışlarken bize yapılmış olması enteresan ve hoş bir tesadüftü. İlerleyen günlerde 49 yaşındaki Tod, 13 yaşında ama 17 gösteren oğlu Jacob ve 19 yaşındaki model kızı Kendall ile yediğimiz yemekler keyifliydi. Özellikle yemek sonrası Tod ile hemen hemen her konuda tartıştık, güldük, karşılıklı görüş aldık verdik. Sık sık politikaya girip Justin Trudeau sebebiyle kendilerini ne kadar kıskandığımızı anlattık, o da bizi avutmak yerine “doğrusunu söylemek gerekirse evet vallaa biz çok şanslıyız ve hiç bir sorunumuz yok” dedi. Sonra bizimkilerden, Mısır’da olan bitenden konuştuk falan derken, 4 gün ve geceyi tamamladığımızda birbirimizi bayağı bir tanımıştık.
İlk 1.5 günden sonra her gün gemide vakit geçirecek, güneşlenecek veya dinlenecek vaktimiz oldu. Çoğunlukla o saatlerde odanın penceresini açıp, Nil’in hışırtısını dinleye dinleye uzunca şekerlemeler yaptık. Hayatımdaki en keyifli uykulardan bir kaçının o kestirmeler olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Sondan bir önceki gün, gemide bir Mısır gecesi yapıldı. Hem yemekler yerel yemeklerdi hem de herkesin Mısır’ın milli giysisi Galabeyaları giyerek gelmesi bekleniyordu. Katılım beklenenden oldukça fazlaydı açıkçası. O gün tapınak turumuz bittikten sonra, yine nispeten iyi sayılabilecek bir pazar yerinden kavga dövüş birer Galabeya aldık. Mısır’da en büyük sıkıntılardan biri alış veriş yapmak. Hem seni herkes her yerinden çekiştiriyor, hem de neye hangi fiyatı ödediğinde gerçekten iyi bir alışveriş yapmış olduğundan asla emin olamıyorsun. Neyse ki tur rehberimiz bize makul fiyatlar konusunda bilgi verdi ve gemideki rakamları da bildiğimiz için aşağı yukarı fikrimiz oluştu. Ama o fiyatlara gelene kadar yapılan pazarlık bile kendi içerisinde küçük çaplı bir savaş. Tod bundan çok keyif alıp bunu bir oyun olarak görürken; ben, Kendall ve özellikle Zeynep büyük rahatsızlık duyduk ve sırf bu yüzden bize satabilecekleri şeylerin belki de sadece üçte birini sattılar. Ortam şöyle ki, tüm satıcılar ”no hassle” diyerek üstüne üstüne yürüyüp oradan buradan çekiştiriyor ve bu adeta birine yumruk ata ata “vurmuyorum ki” demeye benziyor. Gerçekten kabusvari bir ortam.
Ama nihayetinde alışverişimizi yapıp geceye katılınca da şöyle eğlenceli karelerimiz oldu.

Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, lezzetler oldukça yerindeydi. Yani “annemizin mutfağı” dersem tabi ki annelerimize haksızlık etmiş olurum ama tatlar hayli tanıdık. Şahsi kanaatim mutfağın %70 Türk %30 Hint mutfağına benzediği yönünde. Kahvaltı, öğlen akşam yemekleri hepsi güzel, sadece tatlıları ben çok başarılı bulmadım. Özellikle de baklava diye verilen şeyin bizdekiyle alakası yok tabi.

İçki genel olarak çok ucuz değil. Çok ucuz değil derken, burada içtiğimiz fiyata. Bu noktada bizim özellikle de tatillerde biraz bonkör davranmamız yardımcı olmuyor tabi. Kanadalı arkadaşımızın işinin de biracılık olması üzerine tuz biber ekti diyebiliriz :) Şaraplardan beyaz Omer Hayyam’ı çok beğendik. Sonradan bir başka beyaz daha denedik ama ben onu hafif tatlı buldum ve bayılmadım. Biralardan ise, bildiğimiz markaları geçersek, Sakara’yı beğendim. Luxor, benim için fazla yavandı.
Son 1.5 günde, grup programları yerini kişisel tercihlere göre ayarlanan ama yine rehberli turlara bıraktı. Biz perşembe öğleden sonra bir Felucca (en üstteki resimde görülen yelkenli kayık) turu yaptık. Açıkçası tam olarak dandirik diye tanımlayabilirim, fakat bize tur şirketi tarafından hediye edilmiş olduğu için çok da sıkıntı olmadı. Ertesi gün, yani son günümüzde ise Nubian Village turu yaptık. Onun detaylarını bir sonraki yazıda anlatıyor olacağım.
Yazmaya, turumuzun son gününde güvertede başladım, bitirirken evimin konforundayım. Tam 1 hafta sonra bu defa büyük tura başlıyor olmanın getirdiği minik panikleri yaşıyorum. Bence halen hiç hazır değilim, yetiştirmem gereken çok şey var, ama olacak bir şekilde.
Böyle 3-4 günü bir kerede anlatınca yazılar biraz uzun oluyor ama sıkılmadıysanız ve halen okumak isterseniz, bir sonraki yazıda, gezdiğimiz yerlerden bahsedeceğim.
#EgyptAir #Jet #Mısır #Luxor #Aswan #Zeynep #Lemi #Felucca #Cruise #Zebiba #Galabeya