nkutluk
Garip Bir Küba Yazısı

Muhtemelen Küba’ya bir turla gitseydim veya 15 gün için gidip evime dönüyor olsaydım ve hatta tek başına gezen bir kadın değil de adam olsaydım ya da iki kişi olsaydık izlenimlerim farklı olurdu. Ama şu geldiğim şekil ile aldığım titreşimlerle size yansıtacağım Küba, duymaya alışık olduğunuzdan biraz farklı olabilir. Dolayısıyla hayallerinizin yıkılmasını istemiyorsanız şu anda okumayı bırakın :)
Önce genel olarak yanlış bilinenlerden bahsedeyim: Öyle her köşede müzikler çalıyor, insanlar mutlu, her yerde dans ediyor, tam bir şenlik havası… bunlar kime ait olduğunu bilmediğim bir hayalin eseri. Böyle bir şey olmadığı gibi insanların çoğunluğuna da mutlu diyemem. Meksika’da insanlar mutlu, İtalya’da mutlu. Benzer iklimlerin insanları diye veriyorum bu örnekleri, Küba’da değil.
Genç kızların baldırlarında sarılan puro diye bir şey olmadığı gerçeğini sanırım uzun süredir biliyordunuz. Sanılanın aksine sabun ile ilgili bir sıkıntı da yok, en azından bugünlerde. Ve yine sanılanın aksine, ucuz bir yer değil.
Bugüne kadar ziyaret ettiğim herhangi bir ülke beni bu kadar düşündürmemiştir herhalde. Nerdeyse adımımı attığım ilk günden itibaren kafamdaki sorular durmadı. Bir noktada günlerdir bir problem çözmeye çalışıyormuş kadar yorgun hissediyordum kendimi. Devrim iyi mi olmuş, kötü mü olmuş? Bu insanlar o zamanlar neler hissediyorlardı? Şimdi neler hissediyorlar? Gençler açılımdan yana, ya yaşlılar? Bu sistem tam olarak nasıl işliyor bugün itibariyle? Zira bir sürü soru oluşuyor kafanda zenginlik/ fakirlik, yapılabilirlik/ yapılamazlık hakkında. O gördüğüm BMW kimin ve nasıl almış mesela? Devletin cerrahı ayda 15 USD para kazanırken, az önce bana 3 tane internet kartı satan ve gün boyu en az 4-5 kişiye daha bu miktarda satış yapan çocuk, o cerrahla aynı parayı kazandı bile bir günde. Şimdi o para ne oldu? Sisteme nasıl girdi? Bu çocuk Küba standartlarına göre zengin mi oldu? Olsa ne olacak, o parayla neyi satın alabilecek?
Yani açıkçası, ben gözümün önünde canlanandan çok farklı bir yerle karşılaştım. Daha fazla naiflik, sıcaklık, “her şey mükemmel değil belki ama mutlu bir halkız biz” gibi bir yumuşaklık bekliyordum. Belki de benim hayallerim yanlıştı. Onun yerine Küba’nın içinde bulunduğu pozisyonun zorluğunu ve sertiğini iliklerime kadar hissettim. Bu kadar empati yapmama ne gerek vardı bilmiyorum ama karar verip de yaptığım bir şey de değil sonuçta.
Hiç mi sevmedim, hayır öyle değil. Çok sevdiğim şeyler, üzerine proje ürettiğim “of şunu alıp cilalayacaksın, içinden neler çıkar” diye hayaller kurduğum şeyler oldu. Ama “ah yaa Küba” der miyim? Hiç sanmıyorum.

Özellikle ilk gün gittiğimde dünyadan çok kopuk geldiler ve onların bu derece kopuk olmalarına sebep olan sistem beni zaten gelir gelmez kızdırdı. Mesela adam gibi market, hatta bakkal türü bir yer görmedim, tek gördüğüm içinde toplam 9 veya 10 tane şey olan ve bir şeyler satıldığı anlaşılan dükkanlardı. Neyse ki sonra şehrin başka yerlerinde bayağı bir süpermarket görünce rahatladım. Alışveriş yapmak için delirdiğimden değil, bu kadar kısıtlı imkanla yaşamak zorunda kalmalarından duyduğum rahatsızlık bu. Tam olarak da nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum açıkçası. Bir turist olarak senin yapabildiklerinin bir çoğunu Kübalılar olarak onlar yapamıyorlar mesela. Bazıları onlara yasak, yasak olmayanları ise zaten elde etme güçleri yok. Bu büyük bir haksızlık değil mi sizce de? Mesela çok görkemli harika oteller var ve içerisinde dünya standartlarında bir hayat yaşanıyor ama sen bir adım ötede ondan faydalanamıyorsun.
Şu anda muhtemelen ekonomiyi döndüren güç olduğu için her şey turistlere yönelik. O "beklenen" müzik ve dans bile. Yenilenen bir bina varsa turistik bölgede, kullanılabilir hızdaki internet sadece turistler için ulaşılabilir durumda; güzel, içleri zevkle döşenmiş barlar, restoranlar sadece turistler için var. Yerel halkın gittiği bar ise bir tezgah ve bir kaç sandalyeden oluşan, gerçekten hiç bir şeye benzemeyen ve “burası kasap işte” deseler inanacağın bir yer.
Bunun yanında tabi önüne geçemediğin büyük çarpıklıklar hızla yol alıyor karaborsa ve illegal işler başlıyor. Şu anda illegal çalışan yüzlerce taksi, internet kartı satın alıp satan binlerce insan var mesela. Yukarıda bahsettiğim gibi edindikleri kazançlar devletin verdiği aylık gelirin kat be kat üstünde.
Başa sarıp biraz tarihsel sürece bakıyorsun elbette ister istemez. 50’lerde insanların acı çektiği, öldürüldüğü, kadınlara tecavüz edildiği, büyük gelir dengesizlikleriyle, Amerika’nın arka bahçesi olarak dibine kadar sömürülmekte olan bir ülke. Baştaki otoriter hükümet seçimlerle kaybettiği gücü darbelerle kendinde tutmaya devam ediyor ve tabi ki Amerika tarafından da destekleniyor.
Devrim bu şartlar altında, adaleti yeniden sağlamak ve halkı özgürleştirmek için yapılıyor. Enteresan tarafı, bu da Amerika tarafından destekleniyor başta… Ta ki Batista rejimi düşürülüp Castro sosyalizmde karar kılıncaya kadar. Ardından büyük Amerikan yatırımları da dahil bir çok büyük işletme, arazi, vb.’ne el konulunca işler değişiyor tabi. Zaman içerisinde artan şekilde ambargolar başlıyor, Amerika yerine Rusya ve Çin ile ortaklık kurulmak zorunda kalınıyor, vs.
Benim Küba’dayken hissettiklerimden bahsedeceğim biraz. Tabi şimdi olmuş bitmiş ve bugüne gelmiş bir hareket hakkında, bugünden geriye bakarak konuşmak ve tabiri caizse uzaktan maval okumak kolay. Hayatı boyunca protesto etmek adına yaptığı maksimum şey bir ay boyunca gaz yemek olan, insanlar kafalarına gaz kapsülü yiyip ölmeye başlayınca da evine çekilen biri olarak ne haddime düşer canlar pahasına kazanılmış bir davayı eleştirmek. Ama bazen de çok dümdüz görülen şeyi söylememek olmuyor işte hayatta.
Küba, tropik bir ülke olmasına rağmen, öyle kendi kendine yetebilen bir coğrafya değil. Sebze yok mesela. Nasıl yok derseniz, bayağı yok. Lahana, biber, fasulye, patlıcan… hemen hemen bu kadar galiba. Meyve olarak bile karpuz, mango, muz, papaya ve guava var. Ha bunlar yeter mi? meyve olarak olabilir, sebze olarak bence çok zor. Yani mesela salata istiyorsun marul yok. Yediğim bir kaç yer oldu ama onlar hep dışarıdan geliyormuş. Domates de öyle. Bunun gibi, olmayan başka doğal kaynaklar da var. Dolayısıyla beğensen de beğenmesen de dışa bağımlısın. Birileriyle alışveriş yapman ve guava verip marul alman gerekiyor… ama yapamıyorsun. Neden? E çünkü 300 km ötendeki Amerika ile tüm bağını kopartmışsın, ki daha önce en büyük şeker ihracatını yaptığın ve hatta ABD kadar büyük bir ülkenin en fazla dış alım yaptığı ikinci ülke durumundayken. Diğer ülkeler de ABD ile ilişkileri sebebiyle seninle ilişkileri kısıtlı tutmak durumunda… Sonuç? sonuç olarak aldığın her şeyi Rusya’dan (9.600 km) veya Çin’den (13.500 km) almak zorundasın. Bunun taşınmasını, maliyetini, aldığı zamanı bir düşünmeye çalışın. Can mı dayanır ekonomi mi?

Kısacası, bugünkü sonuçları itibariyle devrimin ortaya başarılı bir şey çıkardığını söylemek bence zor. Fikir elbette ki çok güzel ama uygulamada nerdeyiz ve bir insan ömrünün geçtiği süre içerisinde neler olmuş? Başarı kriterini nereye koyduğunuzun da önemi var. Eğer Maslow’un piramidinin ilk basamağına koyarsanız başarılı kabul edebilirsiniz. Herkesin karnı doyuyor, herkesin evi var, herkesin bedava eğitim imkanı ve ücretsiz sağlık hizmeti alma imkanı var. Ama insan hayatı bunlardan mı ibaret? Bu konuda kitap yazabilecek kadar uzun bir felsefi soru cevap silsilesine girebilirim ve tahmin edersiniz ki 13 günde o kitabı kafamda bir kaç defa yazdım. Ama burada o kadar uzun uzun yazmama imkan olmadığı için ana hatlarıyla hissettirmeye çalışıyorum ancak.
Ülkeye yokluk, yıpranmışlık, eskilik hakim. Dünyada olup biten hakkında çok az fikirleri var. Rejim değişmiş olabilir ama otoriterlik baki. Fikrini söylemek, mevcut sistemden rahatsız olduğunu dile getirmek yasak. Seyahat özgürlüğün yok, iletişim özgürlüğün yok… Yani karnın doyuyor ama özgür değilsin. Bunun üzerine nasıl "viva la revolucion" diyebilirim ki?
Böyle bir romantizmimiz ve güzelleme halimiz var ya, belki de o da beni rahatsız eden konulardan biri. Kuzum neden herkes kapağı ülkenin dışına atma planları yapıyor sence? Bizim ülkemizdeki gibi değil, ciddi planlar bahsettiğim. Hatta Suriye’lilerin Ege Denizinden geçişi gibi akın akın Miami’ye veya orta Amerika’ya geçişler var. Amerika’nın bir wet feet / dry feet (*) politikası bile var bununla ilgili
1 Mayıs’ta Devrim Meydanında gerçekten Kübalılardan bir sonraki çoğunluk Türkiye’den gelen insanlardı. Öyle “burada da enteresan bu varmış hadi gidelim görelim” şeklinde de değil. Bayağı patriyotik şekilde giyinilmiş sloganlar mloganlar gırla. Tamam bir kısmı gerçekten inanıyor olabilir ama kaç tanesini alıp Küba’da bir eve yerleştirince maksimum 1 ayda isyan bayrağını çekmez merak ediyorum. Çünkü evlerine döndüklerinde “komşular yeni Miele çamaşır makinesi almışlar, bizim de makineyi değiştirme zamanımız gelmedi mi sence?!” diyor bir çoğu.
İşte bu sorular ve düşüncelerle yorulmuş bir halde, Küba’daki ikinci günde “ne demeye bu kadar uzun tuttum ki burayı” demeye başlamıştım bile. Aslında yeterince uzun değildi ve ülkenin görmek istediğim başka bazı bölümlerine zaman bile kalmıyordu ama hakikaten kan uyuşmazlığı mı enerji uyuşmazlığı mı nedir bilemiyorum, boğulacak gibi hissettim kendimi.

Sonra bir ilahi güç tarafından müdahale geldi :) Kaldığım Casa Particular’ın (Küba’daki Airbnb diye düşünün) sahibi Maria kapımı çaldı ve “yan odaya bugün Los Angeles’tan iki kız geldi, seninle tanışmak istiyorlar. 1 Mayıs bir tanesinin doğum günüymüş hep beraber kutlayalım diyorlar” deyiverdi. Akşamında Julie ve Gail ile tanıştık. Hollywood’da film dekoru yapan 50lerinde iki arkadaş. Hiç de 50lerinde gibi değil son derece yüksek enerjili ve gençler. Beraber güzel vakit geçirdik, bazı yerleri beraber gezdik, 30 Nisan’ı 1 Mayıs’a bağlayan gece Gail’in 51inci; 6 Mayıs’ı 7 Mayıs’a bağlayan gece benim 41inci doğum günlerimizi birlikte kutladık. Sonra zaten 1 Mayıs’ta Gözde ve Dünya Değişmeden ekibiyle buluştuk daha önce de bahsettiğim gibi ve böylece Küba’daki bunalımımdan çıkıp, tadını almaya devam edebildim.
Yazının devamında göreceksiniz ki burada anlattığım kadar karanlık değil. Bir çok güzel ve güzel olmayan bir arada. Biraz neresinden bakıldığı da önemli, hangi ruh halinde olunduğu da. Ama çok net söyleyebilirim ki kafasında ideal bir dünya hayali olan varsa, hemen çıksın ordan.
Devamı gelecek…
(*) Wet Feet / Dry Feet, Amerikalılar'ın bir şekilde ülkeye giriş yapmayı becermiş olan Küba'lıları mülteci olarak kabul ettiği, denizdeyken yakaladıklarını ise geri gönderdikleri politikanın adı.